Kadına karşı açılmış bir savaşın öncüsü: İmam Gazali

  • 09:03 22 Temmuz 2022
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Gazali’nin ‘Kadın nefse benzer, yularını gevşek tutarsan serkeşleşir, seni ardından sürükler, sıkı tutarsan ona sahip olursun’ sözü belki de tek tanrılı dinlerin siyasallaşmasıyla birlikte kadına karşı nefret ve korku psikolojisinin en net ifadesini taşımaktadır.”
 
Figen Aras
 
Cinsellikle kutsallık arasındaki ilişkiyi araştırdığımız çalışmalarda en fazla işlenen konu İmam Gazali’nin kadın cinselliği üzerine geliştirdiği politikalar olmaktadır. İlginç bir şekilde Kuran’dan ve meallerinden, tefsirlerden ve hadislerden çok daha dikkate alınan bu kişiye ve ünlü İhyâ’u Ulûm’id-Din kitabına dokunulmaz bir varlık gibi yaklaşılır. Oysa İmam Gazali, Muhammed peygamberin ölümünün ardından 10. yüzyıla kadar süren düşünme, sorgulama, yazıya dökme eylemlerinin yasaklanmasına referans olmuş, onun öğretilerinin öncülüğünde Arap coğrafyasında adeta karanlık bir çağa geçiş yapılmıştır. Gazali’nin “Kadın nefse benzer, yularını gevşek tutarsan serkeşleşir, seni ardından sürükler, sıkı tutarsan ona sahip olursun” sözü belki de tek tanrılı dinlerin siyasallaşmasıyla birlikte kadına karşı nefret ve korku psikolojisinin en net ifadesini taşımaktadır. Gazali, kadının kendi iradesine, bilgisine sahip olduğunda toplumu arkasından sürükleyecek “tehlikeli” bir varoluşa sahip olduğunu bilmektedir. Ona göre toplum ancak cinsiyetçiliği meşrulaştırarak ve buna dönük kurumlar yaratılarak denetim altına alınabilir. İmam Gazali’ye göre cinsel organı ereksiyon halinde olan bir erkek, aklının üçte birini yitirir, kimileri de imanının üçte birini yitirdiğini söyler. İmam Gazali, kutsalla cinsel arasında kurduğu bağda erkeğe seslenir ve Kabe’ye saygısızlık etmemek için cinsel ilişki esnasında Mekke’ye doğru durulmaması konusunda uyarır. Tekrar başa döndüğümüzde mitolojik dönemin tapınak içerisinde kadın öncülüğünde gerçekleşen kutsal cinsel ritüelleri yerini cinsel ilişki esnasında kutsal mekâna karşı erkeği sorumluluğa davet eden tek tanrılı dinlere dönüşmüştür.
 
Kadına aşık olununca ilahi aşka erenlerin dünyası: Tasavvuf düşüncesi
 
İslam dünyasında kadın cinselliği bir yanıyla dizginlenmesi gereken şeytani bir eylem olarak görülürken bir yanıyla da kadını tanrının bir yansıması olarak gören tasavvuf düşüncesine sahip insanlarla karşılaşırız. Fetna Ayt Sabbah’ın belirttiği gibi güzel bir kadın, muhafazakâr bir Müslümana göre şeytanın ta kendisi, sufilere göre ise Allah’ın bir yansımasıdır. Geniş bir coğrafyaya yayılmış olan mutasavvıfların cinselliğe yaklaşımlarında kadını ele alış biçimleri çoğu zaman sorunlu değildir. Kimi tasavvuf sahiplerine göre erkek ilahi aşka önce kadına aşık olarak (beşeri-mecazi aşk) ulaşır. Kadına duyduğu aşkla ruhu sakinleşir, olgunlaşır ve bu mecazi-beşerî aşk onu ilahi aşka doğru sürükler. Sufiler buna ebced aşkı derler. Leyla ile Mecnun hikâyesi buna örnektir. Tasavvuf edebiyatında bir ilişkinin kadınla erkek arasında mı müminle Allah arasında mı olduğunu kimi zaman ayırt edilemez. Bir kadın veya erkek sevgilisine nasıl kavuşmak ve tek vücut olmak isterse Allah’a kavuşmak da buna benzerdir. Şiirlerde sık sık gelin, güveyi, düğün, zifaf benzetmelerine rastlanır. Tasavvuf düşüncesinde güzel kadınla evlenmek şehvet için değil, o güzelliği yaradan Allah’a kavuşmak için olmalıdır. 1155’te Endülüs’te doğan İbn’ül Arabi’ye göre aşk, tüm tinsel duyguları içinde barındırır. Fetna Ayt Sabbah’ın yorumuyla devam edelim: “O aşk ki sufilerin elinde kozmosun temeli ve insanın yaşam amacı olmuştur. İbn’ül Arabi’deki tanrısal aşk, kadınlar da içinde olmak üzere bütün doğayı kapsar.” İmam Gazali gibi kadın cinselliğini toplumun baş belası olarak gören zihniyetlerin öncesinde 8. yüzyılda yaşayan Râbia el-Adeviyye, Basra’da doğan, küçük yaşlarda köle olarak satılan, özgürlüğüne kavuştuktan sonra hiçbir erkeğin evlenme teklifini kabul etmeyen bir kadın sufidir. Tasavvuf şiirinin önde gelen temsilcilerinden Yunus Emre, bir şiirinde ilahi aşkına seslenerek kendisine vaat edilen cenneti ve içindeki hurileri de reddederek “bana seni gerek seni” demektedir.
Tasavvuf düşüncesinde olduğu gibi eş yaşam ilişkilerinin parçalanmak istenmesine karşın gelişen bireysel çıkışlar ve toplumsal hareketler iktidarın tekeline aldığı dinleri özüne kavuşturmada önemli birer kaynak olarak önümüzde durmaktadır. 
 
Sonuca Doğru
 
Dinlerin bir düşünce yöntemi olarak dogma hali her daim iktidarların kendi meşruiyetlerini koruması ve sürdürmesi için bir kolaylaştırıcı olmuştur. Buna rağmen kutsala dayandırılarak kendi hakikatinden koparılmak istenen ve kendi bedenine yabancılaşan kadın varoluşu artık örgütlenerek ve mücadeleyi yükselterek yaşamın her alanına çıkmaya başlıyor. Bugün biz kadınlar, dinler tarihinde yaşanan olaylara baktığımızda ve kendi kırılma tarihimizin kökenini araştırdığımızda cesaretin hakikati açığa çıkarmada yarattığı enerjiyi hissediyoruz. Örneğin aşkın olan ilahi bir varlığın söyledikleri ve peygamberlerin eylemleri kendi gerçekliğinde ve zamanında uygun-doğal-doğru-yerel şeyler ise bugün bu doğrular bir kadının kendi doğrusuyla örtüşmediğinde ne olacağı sorularını Müslüman akademisyen Kecia Ali gibi rahatlıkla sorabilme cesaretini gösterebilmeliyiz.
 
21. yüzyıl kadın yüzyılı olacak iddiasını taşırken mevcut erkeklikle yaşanan şenlikli düğünlerde erkeğe emanet edilmek için belimize takılan kırmızı kuşakların mitolojik kökenlerini açığa çıkarma aşamasındayız. Kadınlar olarak kendi hakikatimizi sorgularken ve nasıl yaşamak istediğimize karar verirken, önümüzde duran cinsellik ve kutsallık konusunu toplumsallıktan, özgürlük düşüncesinden bilimsel ve felsefik yaklaşımdan ayrı ele almak bizleri var olan sistemin bilgi yapılarından kurtaramayacaktır. Tarihteki olay ve olgulara fazlaca boğulmaktansa dönemi etkileyen zihniyetleri çözümlemenin, savunduğumuz bir yöntemin kadın özgürlük gerçekliğinde neye karşılık geldiğini artık cesaretle konuşabilmenin sorumluluğunu taşıyoruz. Eğer cinsellik bu coğrafyada bir zamanlar kutsallığı yaşamış ve yine bu coğrafyada iktidarın elinde bir katliam ideolojisine dönüşmüşse bu coğrafyada yaşayan biz kadınları cinselliğin hakikatinin peşine düşme sorumluluğu da bekliyor.