Pazartesi’den Cumartesi’ye uzanan bir hikaye…

  • 09:08 18 Mayıs 2022
  • Portre
Tutku Elif Papur 
 
İSTANBUL - Cumartesi Annelerinden Sultan Taşkaya, 29 yıldır Siverek’te devlet eli ile kaybedilen eşi Hüseyin Taşkaya’yı bulmak için direniyor. Mücadelesini “Bir hayale tutunmak” olarak tanımlayan Sultan, kendilerine engel olmak isteyenlere ise kayıplar kalmayıncaya kadar mücadelelerini sürdüreceğini söylüyor.
 
İnsan Hakları Derneği (İHD) de 1995’ten bu yana her yıl 17-31 Mayıs tarihleri arasındaki dönemi “Kayıplar Haftası” olarak anıyor. Bu haftada yapılan etkinlikler ile kayıplara dikkat çekiliyor ve sorumluların açığa çıkarılıp yargılanması için yetkilileri göreve çağırıyor. Kayıpları için yıllardır Türkiye’de mücadele edenlerin başında ise Cumartesi Anneleri geliyor. Direnişleri şiirlere, türkülere konu olan Cumartesi Anneleri, çeyrek asrı aşkın bir süredir kayıplarının bulunması ve faillerin yargılanması için büyük bir direnişle mücadele veriyor. Aileler, her hafta katledilen ve kaybedilen yakınlarının bulunması için herkesi hafızalarını taze tutmaya çağırıyor.
 
Urfa’nın Siverek ilçesinde derin devlet eliyle 1993 yılında gözaltında kaybedilen Hüseyin Taşkaya’nın eşi Sultan Taşkaya da bu kararlı ve pek çok direnişe ışık tutan mücadeleyi “bir hayale tutunmak” olarak adlandırıyor. Sultan’ın mücadele ile örülü yaşamına kısa bir yolculuk yapıyoruz.
 
‘Her şeyimiz dağıldı’
 
Sultan, Siverek’in Hop (Büyük Yakıtlı) köyünde 8 çocuklu ailenin 3’üncü çocuğu olarak açar gözlerini dünyaya. Köylerinde okul olmadığı için okuyamaz ve çocukluğunu maddi geçimsizlik içinde hayvancılık yaparak geçirir. Henüz 17 yaşındayken de amcasının oğlu Hüseyin Taşkaya ile evlenir. Bir süre köyde yaşadıktan sonra ailesiyle birlikte Siverek'e geçer. O dönemlerde Siverek’te de devlet, siyaset ve derin devlet ilişkileri oldukça belirgindir.  Hüseyin Taşkaya 12 Eylül döneminde 5 buçuk yıl cezaevine girdiğinde Sultan ve 3 çocuğu yalnız kalır. O dönemleri, “Her şeyimiz dağıldı. O zaman ben ve çocuklarım perişan olduk” diye anlatıyor Sultan. Hüseyin, cezaevinden çıktıktan sonra dört elle işine sarılarak ailesi için çalışmaya başlar. Bu dönemde aile için her şey yoluna girmiştir aslında.
 
Devlet, siyaset ve derin devlet…
 
Çevresi tarafından sözüne saygı duyulan bir kişilik olan Hüseyin, bulunduğu ortamlarda Siverek'teki devlet-siyaset- derin devlet üçgeninin sebep olduğu hak ihlallerini eleştirir. Bu eleştiri nedeniyle çok geçmeden Bucak Aşireti tarafından hedef haline getirilir. Sultan o günlere dair şunları anlatıyor: “Bir gün tanıdık dostlar geldi ve şöyle söyledi; ‘Hüseyin seni burada harcamasınlar, evini buradan taşı. Biz gördük bir ağanın evinde, bir listede adını gördük.’ Eşim de, ‘Benim kimseye zararım yok’ dedi. Hüseyin bizi korkutmak istemedi, hiç söylemedi. ‘Burada işler iyi değil, İstanbul’a gidelim’ dedi. Bir şeyler olduğunu anladım.”
 
Gelmeyen Pazartesi…
 
Geceleri köyde evin etrafında sürekli korucuların ve arabaların gezmeye başlaması üzerine aile, İstanbul’a taşınmaya karar verir. Hüseyin, köydeki işlerini yarım bırakır ve bir an önce ailesini İstanbul'a götürmeye çalışır. Ailesini İstanbul’a götürdükten sonra yarım kalan işlerini tamamlamak üzere Siverek’e geri döner. Fakat Hüseyin bir daha geri dönemez.  Siverek’teki 3’üncü gününde,  6 Aralık 1993 tarihinde Bağlar Mahallesi’nde kaldığı eve korucular, askerler 30 araç ile bir baskın yapar. Hüseyin'in gözleri bağlanır ve  “Pazartesi bırakılır” denilerek götürülür. O esnada Sultan’ın ablası engel olmaya çalışır ve koluna vurulmasıyla kolu kırılır. Onu Sultan sanıp götürmek isterler. Bir tanıdık engel olur. Sultan, İstanbul’a gelen bir telefonla Hüseyin’in gözaltına alındığını öğrenir ve büyük oğlu ile Siverek'e gider. Oğlunu da almalarından korkarak Siverek’e varan Sultan, vardıklarında şikayette bulunmak için dilekçe yazdırmak ister ama gittikleri bütün dilekçecilerin dükkanı kapatması ya da “yazamam” demeleri ile yüzleşir. Bu durum Siverek halkının, ağaların kıskacında büyük bir korku içinde yaşadıklarının da göstergesidir aynı zamanda.
 
Emniyet Müdürü: Burası ağaların elinde
 
Ardından Siverek İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne giden Sultan, burada müdür ile aralarında geçen diyaloğu da şöyle anlatıyor: “Emniyet müdürü bana ‘Bu senin oğlun mu?’ dedi. Ben ‘Evet’ dedim. Sonra da ‘Ben senin için çok üzülüyorum. Sen oğlunu da al buradan git. Oğlunu da götürseler sen ne yapacaksın?’ dedi.  Ben de dedim ki ‘Devlet sizsiniz, size attık kendimizi. Beni korumayacak mısınız?’ Bana ‘Burası ağaların elindedir. Sana oğlunu alıp gitmeni tavsiye ediyorum. Yazık olmasın size’ dedi”
 
Birkaç ayın sonunda Hüseyin’in kardeşi, Sedat Bucak’ın evine gider. Hem Hüseyin'i hedef haline getirmeleri, hem emniyetin Bucak Aşireti’ni işaret etmesi hem de Hüseyin'in bir listede adı olması olayı aydınlatır vaziyettedir. Fakat Bucak Aşireti, Hüseyin’in kardeşine, “Bizim ekip aldı, ama biz devlete teslim ettik. Bizde değil” der. Emniyetin Bucakları, Bucakların emniyeti işaret etmesi Hüseyin'in bulunmasını engellerken, bu birbirini koruyan bir ilişkiyi de açığa çıkarır.
 
‘Devlet bizi Hüseyin’den mahrum bıraktı’
 
Sultan, her yerde aradığı eşini bulamaz ve İstanbul’a geri döner. 4 çocuğu ve kendisi yaşama tutunmak zorundadır. Çocuklarıyla birlikte hiç bilmedikleri bir şehirde hem maddi hem de manevi zorluklar ile baş etmeye çalışır. Sultan pazarda tezgah altından sebze toplarken, kendini Hüseyin'in kaybından sorumlu hisseden ise kimse yoktur… Okuldan almak zorunda kaldığı çocukları çalışmaya başlar. Zamanla her şey düzelmiş gibi görünür ama bugün en büyük eksiklik hala bulunmayan eşi, çocuklarının babası, torunlarının hiç görmediği dedesidir…  Sultan, “Eksik var, bizim içimiz boş. Mezarımız yok. Götürenler de bizim gözlerimizin önünde dolaşıyor, biz kahroluyoruz. Bayram geliyor, dedeler çocukları parka götürüyor.  Bu devlet bizi bundan mahrum bıraktı” diyor. Sultan, eşi Hüseyin’i tarif ederken “kimseye zararı olmayan, içinde ihsan duygular barındıran çalışkan bir insan” ifadelerini kullanıyor.
 
Yüreğini dirençlendiren bir direniş ile tanışır…
 
Sultan, aile içindeki eksikliği gidermenin yollarını ararken bir tanıdıkları Cumartesi Anneleri’nin varlığından bahseder. Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995'ten beri her hafta Galatasaray Meydanı’nda oturuyor, kayıplarının bulunmasını istiyor, kayıplarını anıyor ve devlete de failleri soruyor. Sultan bu dayanışmanın varlığını duyar duymaz Galatasaray Meydanı’na Hüseyin’i sormaya, mücadele etmeye gider.  Orada sadece mücadele etmez, her oraya gidişinde eşinin mezarına gidiyormuş hissine kapılır. Cumartesi gününü beklerken sabredemez hale gelir. Her hafta iki çocuğunu alıp gittiği meydanda çok geçmeden devlet-polis şiddeti ile de karşılaşır. Fakat bu şiddet, yüreğini dirençlendirerek büyür ve büyür…  Sultan, yıllar sonra torunlarını da getirir meydana ve onlar da hiç görmedikleri dedelerini sorar: “Başbakan bize dedemi geri versin anneanne, dedem nerede? Herkesin dedesi parka götürüyor bizim dedemiz nerede?”
 
Bir hayale tutunan yaşam…
 
Sultan, çeyrek asırdır, çocukları ve torun sevgisi ile yarım kalmış duygularını tamamlamaya çalışıyor. “Gençler belki gezer, unutur ama ben hiç unutmayacağım” diyor kaybedilen eşi için ve ekliyor, “Gecemiz, gündüzümüz yok, devamlı bir hayal içindeyiz, Acaba nereye götürüldü, nasıl öldürüldü? Hangi dereye, hangi kuyuya attılar? Bir hayal ile yaşıyoruz…”
 
Bugün hala Sultan, direnmeye devam ediyor ve mücadele ruhunu yok etmeye çalışan zihniyete de sesleniyor: “Bütün kayıplar bizim evlatlarımızdır, kardeşlerimizdir. Hüseyin ne ise bizim için onlar da öylelerdir. Katiller yargılansın, tek bir kaybımız kalana dek peşini bırakmayacağız.”