Ferman hikayesi: Zamanın sandıklarında saklanan çocukluğum (1)

  • 09:01 29 Temmuz 2022
  • Portre
Etrafa korku veren yaratıklar!
 
Rojbîn Deniz
 
ŞENGAL - Bundan tam 8 yıl önce, 3 Ağustos’ta dünya, Êzidîlerin yeni bir fermanla soykırımdan geçirilmesine tanıklık etti. Soykırımı uzak coğrafyalardan duyanların yanında, bizzat yaşayanlar, çocukluğunda DAİŞ karanlığıyla tanışanların hafızası hala ilk günkü gibi diri… O çocuklardan Samar’ın öyküsüne kulak vereceğiz…
 
Oluşumundan günümüze birçok inanca ve dine ilham kaynağı olan Ezdalık, tarihin bir aşamasından sonra maneviyatı ve bilimselliği başka inançlarca hor görülüp, soykırım kıskacına alınmak istenir. Ezdalığa dönük her soykırımda hapsedilenler kadınlar ve çocuklar olur. Kadınlar üretkenlikleri, inançlı oluşları, bağlılıkları ve Ezdalığın atfettiği öncülük rollerinden kaynaklı her soykırımın ilk uğradığı kesim olur. Ayrıca her soykırımda, çocuklar da özel olarak seçilir, Ezdalık geleceksiz bırakılmak istenir. Ezdalığın kollarına yeni düşmüş çocuklar, daha inançlarıyla yoğrulmadan soykırımla tanışırlar. 
 
74’üncü fermanda da binleri bulan Êzidî çocukları, DAİŞ barbarlarının eline düştü. Anne karnındaki çocuktan tutalım her yaştan çocuklara kadar fermanın kurbanları oldular. DAİŞ bu çocukların büyük bir bölümünü, kendi yobazlığı üzerinden eğitti, canlı bomba, hizmetçi, cariye haline getirdi. En küçüğünden en büyüğüne kadar hiç çekinmeden tecavüz etti. Doğdukları inancı daha yaşayamayan, öğrenemeyen, toplumsal bağları oluşmayan, bir tek anne ve babasına olan bağlarıyla yaşama yeni adım atmış binlerce Êzidî çocuğu ferman sarmalına alındı.
 
Bunlardan biri de o zaman henüz 10 yaşında olan Samar. Samar’ın dayısının kızı 8 yaşındaki Necva ve dayısının oğulları 4 yaşındaki Rıdvan, 6 yaşındaki Fuat, ferman günü DAİŞ tarafından kaçırılıyor. Samar’ın yanına gidip, söyleyeceklerine kulak veriyorum. Samar, dayı çocuklarıyla iç içe geçmiş hikayesini anlatırken Necva’nın, Rıdvan’ın, Fuat’ın ve binlerce Êzidî çocuğun hikayesini anlatıyor. Samar'ın anlatılarını 5 bölüm halinde okurlarımızla buluşturuyoruz...
“Ben Samar Umir Emiye. Til Binat köyündenim. Yaramaz bir çocuktum. Hatta bir kere amcamın kızının başını kırdım. Okula gidiyordum, önce tembel bir öğrenciydim ama sonra çalışkan bir öğrenci oldum ve babam da çalışkan olduğum için bana hediyeler alıyordu. Okuyup avukat olmak istiyordum. Okuldan dönünce koşarak çocukların toplandığı köy meydanına giderdim ve birlikte günün oyununu belirler, oynamaya başlardık. Çocukken zaman bize yetiyordu ve tüm zamanlarımız dolu dolu geçiyordu. Birlikte pikniğe giderdik. Dayımın kızı benim en yakın arkadaşımdı. Necva 8 yaşındaydı, aynı okula gidiyorduk. Köylerimiz birbirine yakındı. Okulda hep birlikte zaman geçirirdik. Ayrıca 2 köyün ortasına getirdiğimiz koyunların çobanlığını birlikte yapardık. Benden 2 yaş küçük olmasına rağmen en yakın arkadaşımdı. Çilê Havînê Bayramı’na* az bir zaman kalmıştı. Dayım bize bayram eşyası getirmişti. Dayımla birlikte onların köyüne, dedemin evine gitmek istedim. Annemi ikna ettim ve dayımla gittim.
 
DAİŞ’lileri insan olarak düşünmüyorduk
 
Necva’nın yanına gitmiştim. Dayımların evi Qerani köyündeydi. Qerani, Til Binat’tan çok Şengal’e yakındı. Köyde iki gündür herkes DAİŞ’ten bahsediyordu. Fakat kimse o güne kadar DAİŞ’li görmemişti. Büyükler DAİŞ’lilerden bahsedince, doğal olarak biz çocuklar da kulak misafiri oluyorduk ve sonra biz de kendi aramızda konuşuyorduk ama biz çocuklar DAİŞ’lileri insan olarak düşünmüyorduk. Onların bir tür ayı olduklarını hayal ediyorduk. Köy halkı bahsedince ‘etrafa korku veren yaratıklar’ diyorlardı ve bizim için de korku yaratan yaratık, ayılardı. Biz de DAİŞ’i öyle tarif ediyorduk. Televizyonda çıkıyorlardı ama yine kafamızda oturan ayı biçimindeydi. 
 
Şengal’in genelinde havalar ısınınca herkes dışarıda, evin avlusunda ya da damında yatar. Ben de dedemin evindeydim ve onlar evin bahçesinde yatıyorlardı. Necvaların evi, dedemlerin evinin az ötesindeydi. Ben oraya gidince Necva hep benim yanımda kalırdı. Bahçede birlikte yatardık. Gece yarısına kadar konuşur, gülerdik. Çocukça hayaller kurardık, aklımıza komik olan her şey gelirdi ve gülerdik. Hatta bazen gülerken sesimiz yükseldiğinde dedem bizi uyarırdı.
 
Bir gün bahçe yatağımızı açmış, yatacaktık ki karşıdan, uzaktan köyümüze ışıklar atıldı. Uzaktan tek tek her eve attıkları ışıklarla, köyde ve evin damında ya da avlusunda olan insanları süzdüler. Bu durum herkesi tedirgin etti. Dayımların köyü Şengal ile Tilafer’in arasında bulunan çimento fabrikasının yakınındaki bölgedeydi. Tilafer yolu köyün yakınından geçiyordu. DAİŞ’liler Tilafer’i aldıktan sonra, Tilafer’in çevresindeki köylere gelerek, Êzidî köylerini gece boyunca uzun fenerlerle süzüyorlar ve bize baskı uyguluyorlardı. Bu durum herkesi tedirgin ettiği kadar korkutuyordu. 
 
Köylerden çıkış
 
Saldırının olacağı gece hiç durmadılar. O gece tüm köy hareketlendi. Kalabalık, gürültü, patırtı, çocuk ağlayışları birbirine karışmış, gruplar halinde karartılar evin yanından geçiyordu. Köyün arkasına düşen dağlara doğru gidiyorlardı. Sabah uyandığımızda köyün yarısı gitmişti. Necva’nın babası dışında diğer dayım da gitmişti. Dedemler ve bir dayım ailesiyle kalmıştı. Komşularımız ve yine dayımlar geldi ve dedeme ‘Hemen çıkmalıyız DAİŞ geliyor, dağlara gidelim’ dediler. Dedem, ‘Ben Samar’ı anne babasına ulaştırıp geleceğim’ dedi. Bizim köyümüz de Qerani’ye yakındı. Dedem önce Zilili köylülerinin yerlerinde olup olmadığına bakmak için yukarı çıktı. Gelince köylülerin yerlerinde olduğunu söyledi. Zilili, Til Binat’a yakın bir köydü. Til Binat’tan insanların hepsi Zilili köyüne gelmişlerdi. Dedem, dayım ve ailesi beni aldı, yürüyerek Qerani ve Zilili köyünün arasında kalan Xane köyüne kadar gittik. Xane’ye gittiğimizde kimseler yoktu. Bazıları gitmiş, bazıları da saklanmıştı. Köyde kalan insanların saklandıkları eve gittik ve bizi de yanlarına aldılar. DAİŞ çevre köylere giriyordu ve Xane’ye gelmez düşüncesiyle orada kaldık. Ayrıca etrafta silah sesleri çok vardı ve sanki Xane dışında her yerde savaş vardı. Bizim de sayımız çoktu ve biz hepimiz bir küçük odada saklanarak kalıyorduk.  
 
Çukurlara saklana saklana yolculuk
 
Sonra tekrar DAİŞ geldi, küçük bir çatışma oldu, 2 kişi orada vuruldu ve yaralandı. O yaralılar koşarak bize ulaştılar, ‘Hemen çıkın geliyorlar’ dediler. DAİŞ böylece Xane’ye de girmiş oldu. Xane’den koşarak çıktık. Köyün arka taraflarında çukurlar vardı. O çukurlara saklana saklana Zilili’ye kadar ulaştık. Zilili köyüne gittiğimizde ailem çoktan gitmişti. Amca oğlum felç olduğu için götürememişlerdi ve dedem de hasta olduğu için gidememişti. O ikisini bırakmışlardı. DAİŞ bizden önce Zilili köyüne girmişti ve dedemi götürmüşlerdi ama amca oğlumu görmemişlerdi. Onu gördüğümüzde bize her şeyi anlattı. Onu görmemiş olmaları bir tesadüftü.  
 
Hem koştuğumuz hem de çok yol yürüdüğümüz için çok susamıştık. Biz çocuklar dedemize seslendik; ‘Çok susadık bize su bul.’ Dedem de bizi bir yere bıraktı ve köyün içine bize su bulmaya gitti. Yol boyunca yanımızda olan her şeyi atmıştık. Bize ağırlık yapacak hiçbir şey bırakmamıştık hatta yanımızda taşıdığımız suları da bırakmıştık. Zilili’de de hiçbir şey bırakılmamıştı. DAİŞ her şeyi götürmüştü. Dedem bize su aramaya gidince bizi tembihlemiş, ‘Yerinizden çıkmayın’ demişti ama biz yine de dedemin peşinden gittik.
 
Şimdi ne olacak…
 
Köy meydanına ulaşır ulaşmaz 5-6 araç dolusu DAİŞ’li önümüze çıktı ve etrafımızda tur atarak dönmeye başladılar. Etrafımızda bir iki çember çizdiler. Karşımızda durdular ve hepsi araçtan indi. Yüzleri kapalıydı, sadece gözleri görünüyordu. Kısa elbiseleri ve çıplak ayakları o kadar kirliydi ki… ‘Sizin dışınızda köyde başka kimseler var mı? Bakın bize yalan söylerseniz hepinizi burada öldürürüz’ dediler. Sonra dayımın ortanca oğlunu aldılar ve boynuna bıçağı dayayıp, ‘Şimdi doğruyu söyleyin yoksa boynu gider’ diye bağırdılar. Dedem de ‘Bizim bildiğimiz kimse yok’ diye cevapladı. Dayımın oğlunun başını tutan DAİŞ’li diğerlerine, ‘Dönüp gidin, köyü arayın, eğer birini bulursanız bu elimdekini direk öldüreceğim’ dedi. Gidip aradılar ama kimseyi görmediler ve zaten felçli olan amca oğlumu da ona su vermek için yerinden çıkartmıştık. Bizim dışımızda kimse yoktu köyde. Dedem ve amca oğlumun ellerini kelepçelediler ve gözlerini kapattılar ve dayıma ‘Onları arabanın arkasına at’ dediler. Bizi de başka bir araca koydular. Anneannem, dayım, dayımın eşi, onun kızı, 2 oğlu ve bendim. Bizi alıp götürdüler. Zilili’den ve dağlardan uzaklaşıyorduk. Hepimiz çok korkuyorduk. En çok da dedem için korkmuştuk, onu öyle aracın arkasına atmaları hepimizi çok etkilemişti. Hepimizin aklında ‘Bize ne olacak’ sorusu vardı…”
 
* Çile Havînê Bayramı’nda (yaz sıcaklarının kırkı için yapılan bayram), yaz sıcaklarında Çilegirler oruç tutar. Çilegirler; Ezdiler’de kendini dine adayan ‘xwe işkandiye’lerden’ ve aynı zamanda gönüllü Êzidîler’den oluşur.  Yaz sıcakları ve kış soğuğunun kırkında oruç tutarlar. Oruçların bittiği günde bir kesim Êzidî o günü bayram olarak kutlar.  
 
Yarın: Yaşatan sandıklar...