Her haberimizin hapsini de çektik!

  • 09:45 30 Nisan 2023
  • Medya Kritik
Gülcan Dereli
 
HABER MERKEZİ - Bizim belgelerimiz, işkence izleridir, vurulurken kadraja bakan Kemal'dir, buzdolabında saklanan Cemile'dir, Ceylan'ın annesinin eteğindeki parçalarıdır, 12 yaşındaki Uğur'un vücudundaki 13 kurşundur, helikopterden atılmadır... Sadece haberleştirmedik, nerdeyse her haberimizin hapsini de çektik!
 
Özgür Basın tarihinin özellikle son 30 yılının bize öğrettiği pek çok deneyim var. Bunları Özgür Basın içinde çalışan çok sayıda gazeteci de eminim sık sık duymuştur. Bu deneyim bize der ki iktidarlar Kürt halkına yönelik siyasi ve askeri bir operasyonu daima ilk Özgür Basına yönelik bir operasyonla başlatır. Yani önce gerçekler susturulmalıdır ki operasyon istenilen neticeyi versin. Yine 30 yılı aşan Özgür Basın deneyimi, bize gerçeği susturma operasyonlarının daima hakikati kuşanmış bu geleneği asla susturamadığını da öğretir. Ancak bu öyle kolay, sloganla, sözle değil; can vere vere, yıllarını zindanlarda vere vere edinilmiş bir deneyim. Bu hakikat kendi başına oluşmadı. Canla oluşan bir hakikat bu. Toprağa düşen gül yüzlü kalemlerimiz sayesinde, ömürlerinin en güzel yıllarını demir parmaklıklar ardında geçirme cesareti gösterenler sayesinde oldu. Bu Özgür Basın'ın son 30 yılının kısa bir özeti. 
 
Kibirli gazeteciliğin sözleşmesi
 
Şimdi yeni bir seçim yaklaşırken benzer bir süreç yaşıyoruz. Bir devrin sonuna doğru ilerlerken, bu dönemin “tanığı, sanığı ve davacısı” olan Özgür Basın'a yeni kumpas operasyonları başladı. Daha yakın süreçte onlarca arkadaşımız tutuklandı. Hala susturma operasyonları devam ediyor. Bu yazı kaleme alınırken cezaevindeki Özgür Basın mensubu gazeteci arkadaşımızın sayısı 42 idi. 
 
Bu yazı biraz iç dökme yazısı. Bazıları Özgür Basın'la Kürt halkı arasındaki organik bağı anlamıyor. Kendi güvenli kulelerinde fazlasıyla gazetecilik taslarlar. Egemen ulusun mensupları nasıl bakarsa inkar edilen bir halka, onlar da ezilen ulusun gazetecisine öyle bakarlar. Bu bakış sadece müesses nizamın basınına ait değil, kendine muhalif, solcu diyen basında da egemen bir bakıştır. Tıpkı erkeğin kadına bakışı gibidir. Bu yüzden sessizlikle karşılanır Özgür Basın'a operasyonlar. Bu kibirli gazeteciliğin ana sözleşmesidir. 
 
Belgemiz Kemal'dir...
 
Biraz anlatırken utanıyorum. Bizler, mensubu olmaktan onur duyduğumuz Özgür Basın geleneği, sadece devlet içinde sızdırma bilgiler, resmi muhalefetin servis ettiği bilgilerle haber yapanlardan değiliz. Bize bu alanlar kapalıdır. Bizim gözümüz topluma, kamuya yöneliktir. Bu öyle bir alan ki bedeli göze almadan yapılamaz. Bizim belgelerimiz, işkence izleridir, vurulurken kadraja bakan Kemal'dir, buzdolabında saklanan Cemile'dir, Ceylan'ın annesinin eteğindeki parçalarıdır, 12 yaşındaki Uğur'un vücudundaki 13 kurşundur... 
 
Haberlerimizin hapsini çektik 
 
Helikopterden atılana, Newroz'da vurulan Kemal Kurkut'a, eline oğlunun kemikleri torba içinde verilen babaya, evladının kemikleri posta ile teslim edilen Halise anneye, Roboski'de bombalanana, Ceylan'a, Uğur'a kadrajı odaklamanın bedeli vardır. Bunun gibi sayısız yarayı ortaya çıkaranlar, yeryüzünün herhangi bir yerinde bu mesleği hakkaniyetle yapan her gazetecinin gözünde bu mesleğin yüz akı olarak görülür. Kemal'in o bakışını çeken gazeteci, ödüller alır, mesleğin onuru kabul edilir. Bir yazıya sığmayacak kadar sayısız dokunanı yakan ihlali haberleştirdik. Sadece haberleştirmedik, nerdeyse her haberimizin hapsini de çektik!
 
Kendi hikayemiz... 
 
Yukarıda "bazıları Özgür Basın'la Kürt halkı arasındaki organik bağı anlamıyor" dedim. Kısaca anlatayım. Bizler isimleri kimliklerine yazılamayan bir halkın çocuklarıyız. Bizzat ismi yazılmayanlarız. Köyü yakılanlarız. Kemikleri kaldırıma gömülenlerin kardeşiyiz. Annesi, babası, kardeşi, ablası, ağabeyi işkence görmüşlerin çocuklarıyız. Kardeşi, ablası, ağabeyi bir dağ başında vurulanlarız. Kuytu köşelerde faili meçhullerle infaz edilenlerin evladıyız. Cumartesi Anneleri'nin çocuklarıyız. Bunlar öylesine propaganda olsun diye yazılmıyor. Özgür Basın'da çalışan herkesin ortak hikayesidir bu. Nejbir, bir Cumartesi Annesi'nin çocuğudur, Hakkı, evladı taş atan çocuklardan olduğu için işkence görmüş o çocuğun babasıdır, Serdar sayısız yakınını bu çatışmalarda yitirmiş, sayısız yakını işkence görmüş biridir. Sadece yakınları değil bizzat işkence görmüş gazeteciliğin üyesiyiz. Beritan, öyledir. Dicle, Sedat, Abdurrahman, Mehmet Ali, Diren, Aziz, Mazlum, Zeynel Abidin, Mehmet Şah, Safiye... Bu liste uzar da gider. O yüzden biz helikopterden atılanın haberini yaparken kendi hikayemizin haberini yapıyoruz. Kemal'in o fotoğrafını çekerken, kardeşimizin fotoğrafını çekiyoruz. Uğur'un haberini yaparken kardeşimizin haberini yapıyoruz. 
 
Hangisi gazetecilik? 
 
Bunlar kendini kibir kulelerinde gören gazetecilerin yaptıkları işler değil. Koca bir Kürt coğrafyasında muhalif medyanın nerdeyse tek bir muhabirinin olmaması tuhaf değil mi? 90'larda bile merkez medyadan muhabirler olurdu Kürt coğrafyasında. Şimdi yoklar. Neden acaba?
 
Bunları anlattım ama şunu da eklemeliyim. Özgür Basın'da karamsarlık yok. Daima bir neşe vardır. Sadece dışarıda olanlar değil içeride olanlar da... Bu kimsenin anlatmayı göze alamadığı bir hikayeyi anlatmanın onurudur.